Yazık Oluyor
Yazık Ediyoruz Kendimize…
Rakibin ve rekabetin olmadığı yerde insanın kendisini geliştirmesi de güç.
Bu fikrime katılıyor musunuz?
*
Rakip her zaman karşısındakini güçlü kılar…
Canlı, diri ve uyanık tutar…
Rakibin her başarısı, karşı tarafı daha büyük başarılara mecbur eder…
Üstelik; daha canlı, hareketli, araştırmacı, inançlı, kararlı olmasını sağlar…
Ama iyi bir rakip…
Sağlam, çalışkan, araştırmacı ve ne yaptığını bilen bir rakip dostlar başına…
İzlemesini bilirsen, rakiplerini yakından tanımayı başarabilirsen tabi…
*
Bu gazetecilikte de böyle…
Esnaflıkta da…
Sanatçılıkta da…
Sanatkarlıkta da…
Aslında rakip, karşı tarafın kendisini geliştirmesinde olmazsa olmazlardan biridir.
Bu nedenle de hayatın her aşamasında rakibi güçlü olanlar, zaman içinde mutlaka kendilerini yenilemeyi başarabilmişler ve güçlü olmayı ve güçlü gördüğü rakibini bile alt etmeyi (yenebilmeyi) bilebilmiştir…
Sadece biraz zaman, sadece biraz sabır…
Gözlemlemeyi ve ders çıkarabilmeyi bilmek gerek…
Yeter ki; önümüze çıkan engelleri bir engel olarak görmenin yerine, yukarılara çıkabileceğimiz birer basamak olarak görebilmeyi başarabilelim…
Yeter ki; rakibini başarıya götüren yolların nerelerden geçtiğini iyi analiz ederek, kendi durum ve şartları göz önünde bulundurarak kendi iç dünyamıza uygulamayı başarabilelim…
*
Aslında bütün mesleklerde rekabetin bu yönde olması gerekmez mi?
İyi haber yapan rakip taktir edilmeli, ama ondan daha iyi haber yapmak için canla başla da çalışılmalı…
İyi köşe yazısı yazan rakip övmeli, ama ondan daha iyi köşe yazısı yazabilmenin de çabası içinde olmalı insan…
İyi fotoğraf yakalamış bir rakip muhabiri alkışlamalı, ama ondan daha iyi fotoğraf yakalamanın sabırla ve inatla peşine düşülmeli foto muhabiri…
Bu nasıl olacak?
Bu, önündeki güçlü, akıllı, çalışkan rakibini izleyerek olacak…
Rakibinin yaptığı işlere bahaneler uydurarak değil…
*
Dönüyorum kendimize!
Biz yerel gazeteciler olarak öyle miyiz?
Yani rekabetten ders mi çıkarıyoruz, öfke mi?
Rakibimizin üstünlüğünü kendi iç dünyamızda nasıl faydaya dönüştürebiliyoruz?
Acaba bunu başarabiliyor muyuz?
Net söylüyorum: Hayır!
Bir kere etrafımızdakilerin hiç birini kendimize rakip görmüyoruz.
Hepimiz kendimizi; en iyi yazar, en iyi gazeteci, en akıllı yorumcu, en çok okunan, izlenen muhabir olarak görüyor, kestiriyor atıyoruz…
Köşelerimizden ya da haberlerimizden bir güzel birbirimize giydiriyoruz…
Yani mutluluğumuzu; kendi meslektaşımızı kendi ellerimizle ezmenin üzerine kuruyoruz.
*
Birbirimizle konuşuyor muyuz?
Hayır, konuşmayı bile denemiyoruz…
Birbirimizle ilgili duyumların (doğru ya da yanlışlığını) karşılıklı yüz yüze değerlendiriyor muyuz?
O biraz cesaret isteyen bir şey olduğundan büyük çoğunluğumuz o konudan hep kaçıyoruz…
Ne var ki uzaktan, uzaktan köşelerimizden saldırıp duruyoruz…
*
İYGAD’da sırça köşkünde öylece seyrediyor…
İşin en acısı da bu ya!
Ne yapıyorsunuz diyemiyor…
Akil insanları bir araya toplayamıyor…
Hem kendine hem de mesleğe yazık ediyor.
Olup bitenlere seyirci kalıyor…
O da ayrı bir yaramız ya, her neyse…
Yazık oluyor, yazık ediyoruz kendimize…
Biline…
0 yorum:
Yorum Gönder