web 2.0

17 Ağustos 2011

20110818 - ERZURUM'DA BİR RAMAZAN AKŞAMI

ERZURUM’DA BİR RAMAZAN AKŞAMI

Salı günü Erzurum’daydım…
Basın sorumluluğunu yaptığım firmanın iftar yemeği için bir arkadaşımla birlikte  Erzurum’a gitmiştik.
Sabah İstanbul’dan kalkan 07.15 uçağı 09.10’da Erzurum’a indiğinde, serin olacağını tahmin ettiğimiz Erzurum havası, bizi yanıltmıştı.
Uçaktan iner inmez tepemize vuran sıcaklık, ciddi şekilde kendini hissettiriyor, rüzgar bile esmiyordu…
Oysa hepimizin bildiği o meşhur “İstanbul Neçi, Erzurum Yayla!” sözü  birden aklıma geldi.
“Demek ki” dedim, “Ağustos ayında Erzurum öyle denildiği gibi yayla değilmiş…”
Sonra bizi bekleyen araca binip de Palandöken’deki otelimize  doğru yol almaya başlayınca, arabanın açık olan camlarından içeri giren rüzgar, benim yanıldığımı bana inat, yüzüme çarpıyordu…
“Senin düşündüğün gibi değil” diyordu rüzgar, “Erzurum asıl ağustosta yayla” diyordu…
Ben, arkadaşlarımdan habersiz  rüzgarla olan sohbetimi sürdürürken, birden otele geldiğimizi fark ettim…
*
Otelin beşinci katında kaldığım odanın penceresinden Erzurum’u seyrederken, Erzurum’un ayrıcalığı, hoşluğu, güzelliği, serin havanın içine sakladığı sıcaklığı vuruyordu insanın yüzüne…
Palandöken’den şehre doğru inen eğim, şehrin yüksekten görüntüsü, henüz yapılaşmamış olan düz ve yeşillik alanlar, “Erzurum yaşanılası bir kent” diye bas bas bağırıyordu, kendisini uzaktan seyredenlere…
*
Derken iftar vakti geldi…
Anadolu’da iftar vakti de tıpkı Anadolu insanı gibi uzaktan gelenlerini sıcak ve içten karşılıyor…
Kucaklıyor, sarıp sarmalıyor…
Erzurum’da iki türlü hava var…
Dağın etekleri serin, şehrin içi sıcak…
İkisi de rahatsız etmiyor insanı…
İkisine de bir çırpıda alışıyorsunuz…
Misafirlerimiz ezandan yarım saat öncesinden otele geliyorlar ve onlarla  sohbete dalıyoruz.
Tıpkı Erzurum gibi Erzurum insanı…
Serinliğini de sıcaklığını da içinde saklıyor…
Ve daha çok sıcaklığını yansıtıyor insanın üzerine…
Bunaltmadan…
Sıkmadan…
Üzmeden…
*
İftara on dakika var. Misafirlerimizi yemek salonuna alıyoruz…
Misafirlerimiz arasında çok genç, nur yüzlü bir de hafızımız var…
Kendisinden iftara kadar kuran okumasını, istiyorum ve beni kırmıyor…
Aman Allah’ım o ne müthiş ses!
Gözlerinizi kapayın kendinizi Kur’an okuyan o sese teslim edin…
O kadar hafifliyor ve rahatlıyorsunuz ki…
Arkasından duası yapılıyor ve bu arada şef garson ezanın okunduğu haberini veriyor.
*
Yaklaşık yüz kişi kadarız…
Bütün masalar dolu…
Hissediyorum. Hepsi de büyük bir iç  huzuruyla iftar etmenin huzurunu yaşıyorlar…
Aralarında ben de varım elbette. Ben de aynı güzelliği ve huzuru kendi içimde yaşıyorum.
İftar yemeği tamamlanmak üzereyken, aynı hoca yeniden İftar yemeğini verenlerin ve orada bulunanların geçmişleri için dua okuyor.
Arkasından akşam namazı ve sonrasında sohbetler…
Sonunda Erzurum’da bir iftar yemeğini böylece  tamamlıyoruz…
Sıcak…
Samimi…
Yorgun gibi görünen ancak yorgunluklarını saklamayı, mutluluklarını açığa vurmayı bilen insanlarla tek  tek tokalaşıyor, öpüşüyor ve ayrılıyoruz…
*
Ardından şehre iniyoruz…
Erzurum Belediyesi’nin organize ettiği sokak tiyatrolarının, sokaklardaki pamuk helva satıcılarının;  küçük de olsa çocukları çılgınca eğlendiren lunaparkların önleri nasıl da kalabalık.
Göğü dolduran yıldızların ve dolunayın ışığı altında  birbirleriyle mutlu ve  huzurlu bir şekilde sokak şenliklerini izlemeye gelen genç yaşlı; erkek bayan herkes, gecenin içinde kendi dünyalarıyla birlikte kaybolup gidiyordu…
Biz de onların aralarında çoktan kaybolmuştuk zaten…
*
Yanımızda bayilerimiz Mehmet ve Yasin Beyler bütün bu güzellikleri, eski ramazanları bize yeniden hatırlatılmasına vesile olan dostlarımızdı…
Gidilecek, görülecek o kadar çok eğlence, şenlik vardı ki, hepsini seyretmeye kalksak, belki de sahuru bulabilirdik. Çünkü Erzurum’un her açık alanında ayrı bir eğlence, ayrı bir şenlik ayrı bir keyif yaşanıyordu…
Erzurum capcanlıydı…
Erzurum olabildiğince mutlu ve coşkulu görünüyordu…


0 yorum:

Yorum Gönder