web 2.0

19 Temmuz 2011

20110719 - ZATEN HEP BU YANINI ÖZLÜYORSUNUZ YA!..

ZATEN HEP BU YANINI ÖZLÜYORSUNUZ YA!..


       Her şey ne çabuk da geçiyor ve unutuluyor...
       Macaristan seyahatim maceralarla dolu bir şekilde (ama çok hoş, çok güzel ve unutulmaz anılarla) geçti, gitti...
       Ve Macaristan’ı tarihin derinliklerine doğru uğurlayıp geldim,
       Yurda dönünce bir hoş oluyor insan...
       Memleketi özlüyor mu ne?
       *
       Ne var ki Budapeşte’de gördüklerimden etkilendiğimi söylemeden edemeyeceğim...
       Budapeşte’deki tarihi binalar mesela...
       Bu kadar mı bakımlı ve muhteşem olur!
       Heykeller mesela, her biri insanı kendine hayran bırakan ve bizde “Ucube” denilip yıkılırken, orada sahip çıkılan sanat eserleri...
       İnsan bu kadar mı geçmişine sahip çıkar!
       Sokaklarına; sanatçılarının ve kahramanlarının adlarını verir ve her birini unutulmazlar arasına sokar.
       Sokaklar bu kadar mı temiz olur...
       Şehir de hiç mi korna sesi duyulmaz!
       İnsanlar, bir kere bile olsun yüksek sesle konuşmaz mı?
       Sanırsınız ölü bir şehir!
       Ölü gibi ama cesedi bile insanı kendisine hayran bıraktıran bir şehir...
       Ölü gibi ama sanatına ve sanatçısına sahip çıkmasını bilen bir şehir...
       Ölü gibi ama yeşilliği ile insana huzur veren bir şehir...
       Ama çok pahalı bir şehir...
       *
       Tuna nehri müthiş...
       Tuna üzerinde muhteşemlikte ve güzellikte birbiriyle yarışa girmiş olan ve sayısı ‘on’u bulan köprüler,   Tuna’nın gerdanına dizilirlerken, ‘Aslanlı Köprü,’ diğer adıyla ‘Zincirli Köprü’ birinciliği hiç birine bırakmıyor...
       Ayın aşığı ile yarışa giren sokak lambalarının sudaki yakamozları, nehrin içindeki kızlar adasının (Tavşanlar adası da deniliyor) ilginç görüntüsü, insanı şaşkına çevririyor...
       Ve bir haftalık Budapeşte seyahati çektiğimiz fotoğraflar, seyrettiğimiz animasyon gösterileri ve yaptığımız çocuksu şakalaşmalar ve eğlenceler sonrasında her başlangıç gibi sona eriyor...
       *
       Memlekete dönüyoruz...
       Yani hayal dünyasından gerçek dünyaya...
       Yani bizim gerçeğimize...
       Yani atalarımızın bıraktığı mirasın nasıl da hercümerç edildiği yere...
       Sokakların; sigara izmaritleri, pet şişeleri ve kâğıt ve benzeri atıkların hiç eksik kalmadığı...
       Korna seslerinin insanların kulaklarını patlattığı...
       İşportacıların, damarları patlarcasına çıkardıkları seslerin verdiği rahatsızlığı...
       Sokak aralarında marketlerin, kafelerin, beyaz eşyacıların teşhir ürünleriyle yaya kaldırımlarının işgal altına alındığı bir memlekete döndüğünüzde de üzülüyorsunuz...
       Canlı ama insanı kendinden bıktıran...
       Canlı ama tarihine, sanatına ve sanatçısına sahip çıkamayan memleketinize geldiğinizde, kendinizi bu hengâmenin içinde kaybedip gidiyorsunuz.
       Hele de yaya geçitlerinden geçerken sizi korkuturcasına üzerinize gelen otomobillerin yerine sizi uzaktan gördüğünde dahi size yol veren sürücüleri hatırlayınca kendi adınıza üzülüyorsunuz...
       *
       Bütün bunlara rağmen itiraf edebilirim ki muhatap olduğum hiçbir Avrupa’lı -bütün bu olumsuzluklarına rağmen- bizim insanımız gibi “İnsan gibi insan” değiller...
       Ne demek istediğime gelince...
       Onu da onlara bir işiniz düşüp de yardım istediğinizde anlarsınız...
       Zaten memleketin de hep bu yanını özlüyorsunuz ya...

0 yorum:

Yorum Gönder