Bu Nasıl Bir Duygudur?
Düşünüyorum da bir taraf ne kadar mutluysa, diğer taraf o kadar hüzünlü...
Bir taraf ne kadar kalabalıksa, diğer taraf o kadar yalnızlığına gömülmüş...
Bir taraf ne kadar eğlenmeye çalışıyorsa, diğer taraf, bir o kadar kendini hüznün içine hapsetmeye çalışıyor…
*
Selma Hanımı anlatmaya çalışıyorum, ama galiba iyi bir giriş yapamadım.
Hani şu kanser hastalığına yakalandığı için terk edilen Ali Taran’ın eski eşi Selma Hanım.
Düşünsenize hangi kadın onun yerinde olmak ister…
Hastalandığında kocası tarafından terk edilsin ister…
Düşünmesi bile insanı hem ürkütüyor hem de yarınlar adına korkutuyor da…
*
Geçtiğimiz cuma günü Hürriyet Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yazdığı -bana göre çok anlamlı olan- köşe yazısında. “Empati kurmak istesem bile kuramıyorum” diyordu.
Sizce de bu durumda empati (duygudaşlık) kurulabilir mi?
Bir taraf ölümün soğuk yüzünü her an ensesinde hissederek yaşamaya çalışırken, bu durum en yakınındakinin pek de umurunda olmayacak...
Ve o, 60 yılın sonrasında daha taze, daha çıtır biriyle diğer tarafı yok sayarak evlenebilecek…
Olacak şey mi bu?
Gerçekten empati kurulabilir bir şey değil gibi geliyor bana…
“Hastalıkta, sağlıkta; iyi ve kötü günde birbirimizi yalnız bırakmayacağımıza…” denilerek ilk söz veriş sadece ‘bir boş söz verişten’ ibaretmiş demek ki?
*
Belki de Ali Taran, sadece “Sağlıkta ve iyi günde”nin sözünü vermiştir, kim bilir!
Onun için, zaten Özkök de bu olay karşısında “Empati kurmak istesem bile kuramıyorum” diyor ya.
Niyetinin başkalarının üzerine rajon kesmek olmadığının üstüne basarak “Kanserle mücadele eden karısını boşayan bir erkek acaba neler hisseder? Yeni kadının her koynuna girdiğinde bunu hatırlamaz mı?” diyor doğal olarak. Sonra “Biliyorum, hayat devam ediyor; insan başkasına âşık olabilir. İlişkisi de olabilir. Buraya kadar anlıyorum. Ama ‘boşamak...’ O çok önemli ve derin psikolojisi olan çok ağır bir ‘eylem’, o nedenle bu duyguyla empati kuramıyorum. Hatta, biraz maço görünme riskini göze alarak şunu bile diyebilirim: “’ERKEKLİĞE SIĞMAZ ARKADAŞ...” diyor.
Yanlış mı?
Başka toplumlarda sığar mı sığmaz mı bilemem ama bizim Türk toplumumuzda bu gibi durumlar gerçekten de “Erkekliğe sığmaz!”
Sığmıyordu yani…
Biz öyle görmüştük, öyle öğretmişlerdi bize…
Çünkü bizim toplumda insanlar hep güçsüzün yanında yer alır…
Hele de yol arkadaşı olan biri asla yarı yolda bırakılmaz…
Hele bu yol arkadaşı ‘kadınsa ve bir de hayat arkadaşıysa’ hiç bırakılmaz…
*
Ne oluyor anlamıyorum.
Yoksa kimyamız mı değişiyor…
Yoksa biz bu konuda da mı Avrupalılaşıyor, daha duygusuz, daha ruhsuz bir hal alıyoruz?
İşte bunu tam olarak anlayamıyorum…
Bu nasıl bir duygudur bilemiyorum!
0 yorum:
Yorum Gönder