web 2.0

10 Ekim 2010

20101011 - MEMLEKETİM

MEMLEKETİM

Geçen hafta 3 günlüğüne Antalya’daydım…
Tarih ekimin ikinci haftasının hemen başı…
Antalya sıcak ve okşayıcı…
Yaz sıcakları gibi bunaltıcı değil
Üşütmüyor da…
Sadece farklı bir şeyler fısıldıyor insanın kulağına da,yüreğine de…
Deniz sıcak mı sıcak…
Otelimize iner inmez “Deniz” diyoruz…
Denizi ve sıcağı olmasa Antalya ‘Antalya’ olur muydu hiç?
*
İstanbul donuyor, Doğuanadolu’ya kar inmeye başladı bile…
Karadeniz, derseniz yine öyle soğuk ve yağışlı…
Akşamları sobalar yanıyor oralarda…
Ama Antalya…
İnsanın içini ısıtıyor bu mevsimde bunaltmayansıcağıyla…
Deniz tahrik edici...
Dalgaların sahili dövüşüyle çıkardığı o tahrikkâr seslere dayanamıyor insan ve tek çıkar yol denizin hatırını kırmayıp, kendinizi bırakmak kalıyor mavi yeşil karışımı suyun koynuna…
Öyle de yapıyoruz…
Ekimin ikinci haftasının hemen başında bir dalıyoruz Akdeniz’in insanın gözlerini yakan tuzlu denizine ve bir daha içinden çıkmak istemiyor canımız…
Deniz ve sıcak…
Bir de etrafımızdakiler…
Doğuda kış, İstanbul buz gibiymiş kimin umurunda?
Sarıp sarmalanmışız Akdeniz’in mavi-yeşil karışımı yorgan misali denizine…
Yazın yeterince yapamadığımız tatilin üç günlüğüne de olsa tadını çıkarıyoruz bütün yapamadıklarımıza inat…
Televizyonlardan gelen İstanbul’daki hava raporları insanın içini dondururken, Akdeniz’in Antalya’sında cilveleşiyoruz denizle birbirimize.
*
Bir günde dört mevsim yaşamak bu olsa gerek…
Dünyada ne kadar güzellik varsa -biz farkında olmasak da - sadece bizim memleket olan 750 bin metre kare içine sığdırılmış sanki…
Ne diyor “Benim Memleketim” şarkısının sözleri. “Havasına suyuna, taşına toprağına /  Bin can feda bir tek dostuma / Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim / Bir başkadır benim memleketim.”
Gerçekten içi eziliyor insanın…
Bu güzellikleri, gördükçe de, bu çirkinleri ve de farklılıkları yaşadıkça da...
Cennet memleketin tatsız tuzsuz hale getirilmesi kahrediyor insanı…
*
Antalya’nın insanı sıkı sıkıya saran yorgan denizine veda ettikten sonra başka bir ruh âlemine dalıyoruz…
Kimleri düşünmüyoruz ki?
Bize bu memleketi emanet edenleri…
Bir Hilal uğruna gözlerini kırpmadan can verenleri…
Âşıkları, ozanları, şairleri, gönül dostlarını, canları…
Akşam olup da kendi yalnızlığımızla baş başa kaldığımızda yeniden memleket sevdasını sarıyorsunuz başınıza…
Bu sefer başka şeylere yolculuk ediyoruz.
Yine “Benim Memleketim” şarkısını mırıldanıyoruz dudaklarımızı hafiften kıpırdatarak… “Anadolu’m bir yanda yiğit yaşar koynunda / Âşıklar destan yazar dağlarda / Kuzusuna kurduna, Yunus'una Emrah'a / Bütün âlem kurban benim yurduma / Mecnun'a Leyla'sına erişilmez sırrına / Sen dost ararsan koş Mevlana'ya /Yeniden doğdum dersin derya olur gidersin /Bir başkadır, benim memleketim.
*
Ekim’in ikinci haftasının hemen başı…
İstanbul donarken, biz denizle sarmaş dolaşız üç gün…
Evet, bir başkadır benim memleketim…

0 yorum:

Yorum Gönder