web 2.0

2 Şubat 2010

20100202 - MESUDİYE'M İYİCE YAŞLANMIŞ!..

MESUDİYE’M İYİCE YAŞLANMIŞ!..

Açıkçası insanların, ağaçların, binaların yaşlandığını bilirdim de bir kentin yaşlanabileceği hiç aklıma gelmezdi.

*

Geçen haftaki seyahatim henüz son bulmadı…

Cumartesi günü de Ordu’da kaldım. Ordu’da kalmışken -cumartesi oluşunu da fırsat bilerek- Hem doğduğum yer hem de emleketim olan Mesudiye’ye gittim…

En son üç yıl önce ve “Ce!” der gibi yaptığım ziyareti saymazsam, 12 yıldır gitmişliğim yoktu Mesudiye’ye.

Bu sefer de öyle oldu. Yine “Ce!” dercesine yarım günlük bir sıla ziyareti yaptım.

*

Gördüm ki, çocukluğumun Mesudiye’si küçülmüş…

Tıpkı insanlar gibi o da yaşlanmış, zayıflamış, beli bükülmüş, gözlerinin feri kaçmış…

Tıpkı yaşlılar gibi saçı sakala karışmış…

Yolları, evleri, ağaçları ‘eskimek’ konusunda birbirleriyle yarışır olmuşlar sanki…

*

Hele bir de Mesudiye’min bir kilisesi vardı ki, nasıl da yalnız bırakılmış!?

Çaresiz kalmış.

İç dünyasına kapanıp yıllardır için için ağlıyormuş da kimsecikler “Halin nedir?” diye sormamışlar.

Oysa o, Mesudiye’ye bırakılan bir emanet değil miydi?

Ne oldu da bu emanet, bu kadar ihmal edildi?

Ama o “Gavur Kilisesi” -ki biz çocukluğumuzda öyle derdik- hâlâ dört duvarı ve sütun taşlarıyla birlikte -herkese inat- ayakta kalmak için direnmeye devam ediyor.

*

Hele bir de -çocukluğumda en çok hayran olduğum- Cemal Ekşioğlu Amca’nın evi vardı ki, içler acısı. “Yıkıldım, yıkılıyorum” diyor.

Bir zamanlar yemyeşil olan bahçesi bile tarumar olmuş…

Nasıl da içim burkuldu…

Yalnız Camal Amca’nın evi mi içimi burktu?

Kamil Ortaç’ın, Terzi Mıhdat Amca’nın ahşap evleri,

Marangoz Ahmet Amca’nın evi, daha isimlerini hatırlayamadığım dünle bugün arasında köprü kurmuş birçok ev, Faik Amca’nın ahşap evi gibi yığılıp kalacaklar düzün yüzüne…

Sonra da bir varmış, bir yokmuş olacaklar…

*

Nasıl da “Yapmayın, etmeyin,” diye yalvarıyorlardır…

Ve o evlerin her biri; “Ben sizi, ananızı, babanızı; dedenizi, ebenizi yıllarca soğuğa, sıcağa karşı; yağmura, kara karşı; gecenin ürkütücülüğüne, fırtınaların korkutucu uğultularına karşı korumadım mı? En güzel hayallerinizi benim odalarımda kurmadınız mı? En mutlu günlerinizi benimle paylaşıp, en acı günlerinizde teselliyi -sırtınızı güçlü duvarlarıma yaslayarak- yine bende bulmadınız mı? Şimdi ne oldu? Neden beni bir başıma bırakıp, bu kadar çabuk unuttunuz? Demek ki siz insanlar bu kadar vefasızmışsınız ha!..” diye nasıl da sitem ediyorlardır…

Ediyorlardır da kimin umurunda?

Hiç kimsenin!

*

Velhasıl gocatmışlar Mesudiye’yi

Ne bakanı var ne sahip çıkanı…

Dışarıdaki Mesudiyeli kendi evine sahip çıkmamış…

Evleri de kahretmiş ‘ar'larından…

Yağmura, doluya artık dayanamamış bacaları yıkılmış…

Kışa, soğuğa dayanamamış duvarları çatlamış sökülmüş…

Sonra da anılarıyla birlikte süpürülüp kaybolacaklar…

Onca güzelliklerin kaybolup gittiği gibi…

0 yorum:

Yorum Gönder