Yunus ARIKAN
“KIVRIMLI SOKAĞIN KÖŞESİ”
(ŞİİRLER)
İSTANBUL
2003
ŞİİRLERDEN ÖNCE BİRAZ HASBİHAL...
Yaşamak hissetmek... sevmek... aşık olmak... nefret etmek veya hayranlık duymak... umutlanmak, umutsuzluğa kapılmak...
Bazen sevgini anlatmak, nefretini gizlemek, susmak için çaba harcamak... Bazen de susturulamayacak kadar konuşmak için uğraş vermek yaşamak.
Bazen şaşkın bakışların, umutsuz yarınların, aşkın gözünün körlüğünün ve sevdanın karalığının hiçbir şey anlatmadığını düşünmek, hiç de umursamamak yaşamı... ya da sanki bir limanmışçasına atmak kendini aşkın kolları arasına onun düş dünyasında yaşamak. Kimi zaman tek başına, kimi zaman düşüncedaşlarınla hayal ettiğin yaşamın temel taşlarını oluşturmak... yapılabilirse eğer –hele de bu zamanda- adam gibi adamılığı yaşamak için yaşamak...
Yaşamın sana ait olan bayramlarını kutlamak, coşkusunu paylaşmak, öyle hoş ki!
Bir de yapılabiliyorsa eğer, dalga geçebilmeyi bilmek... Önce kendinle, sonra yaşam denilen aysbergin görünen veya görünmeyenleriyle... Hatta yaşamı çok ciddiye alanlarla bile -senden nefret etmelerine rağmen- dalga geçmeyi bilebilmek.
Zaman zaman ciddiye alarak, zaman zaman yok sayarak... hayatın gerçeklerini. kendi gerçeklerine, ya da kendi gerçeklerini hayatın gerçeklerine uydurabilmek
Doğum yaşam ve ölümden oluşan şu üç günlük dünyada nasıl adam gibi gelinmişse, adam gibi gidebilmeyi başarabilmek...
Yaşamak, Büyük Şair Nazım Hikmet’in dediği gibi “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşamak”
Yunus ARIKAN
BELKİ DE SİZ GÖREMEYECEKSİNİZ
Kaç güneşler battı
kaç bahar kışa döndü
güneş balçıkla sıvanmak üzere
baharın ilki sonuna benzedi
ve şimdilerde kış gibi her mevsim
her gün hüzün ve katliam
ve bayraklara sarılı tabutlar
kaç fidan ağaca dönüşemeden koparıldı
kaç bahçe tarumar oldu
şairin dediği gibi
Siz hala yoksunuz ortalıkta
bir gün
günün birinde
çırpınışlarınız duyulacak
ta uzaklardan
belki de yok olup gideceksiniz
ve konuşulacaksınız dillerde
şanınızla değil
siz daha iyi bilirsiniz
oysa taban yeniden filizlenecek
eskisinden daha güçlü
ya sizler?
kim bilir
belki de göremeyeceksiniz
görmeyeceksiniz.....
SİZE NE
Her sabah
bir başka umutla uyanıyorum
sonra karışıveriyorum
insanlar arasına
kimileri sarmaş dolaş
kimileri kol kola
kimileri, ağzında sigarası sönmüş de
farkında değil dudağı yanacak
bir telaş, pür telaş
şu insanoğlu
kah yanık türküler
esir almış onu
“şifa bulmaz dertler” yaralar
kah havası yerindedir
dünyayı yıkar, yeniden yapar
bir garip insanoğlu
anlaşılmaz nedense
herkes istediğini yapsın
bana ne be kardeşim bana ne
DALAR GİDERİM
Ben her akşam
kendimce yaşarım
kendimce şarkılar söylerim
yarım yamalak
karanlıkta sohbet bile ederim kendimle
karanlığın sessizliğinde
yıldızlara selam yollarım sessizce
imrenirim kalabalık içindeki
yalnızlıklara
tıpkı benim gibi
özgür, sevdalı ve umut dolu,
yıldızlar gibiyimdir...
kendimce bir dünyayım ben
yaşanabilecek bir dünya
dostlarım, düşmanlarım
sevenlerim sevmeyenlerim
ve kendimle ben her akşam
sohbet ederim yalnızlığımda
dost bildiğim karanlıklarda
yıldızlarla,
ve dalar giderim
sevdamın peşinden,
umutlarıma doğru
dalar giderim.
28.8.1995
AH BU GÖZLER
Ne gözler tanıdım
gözleri gözlerden ayıran
ne sözler,
ki onlar ana şefkati gibi tatlı
bir kılıç kadar keskin
her seferinde
ölüm fermanları
yazdırır gibi
ölüm getirirdi arkasından
kiminde yeşil
kiminde deniz mavisi gözler
Ah o gözler
o güzel sözler
8.7.1994
BİRİ İYİ BİRİ KÖTÜ
Tıpkı dünyam gibi
iç içe sımsıkı
biri ağlatırken, güldürür
diğeri öldürür
için, için kavurur seni
biri siyah beyazdır
diğeri gökyüzü gibi
çocukluğum gibi
tertemiz ve sevimli
biri kötü, diğeri iyi
dünyam gibi
herkesin dostça yaşadığı
ya da yaşayamadığı
kör kurşunun hedefine düşen gibi
kötü hem de çok kötü
renkler gibi
kırmızı, mor, yeşil sarı
biri iyi, diğeri daha iyi
“BİR NİSAN” GİBİ ŞAKACI
Sanki baharda yolculukta gibisin
kah gülen gözlerin çiçek bahçeleri gibi
kah şimşekli yağmurlar gibi yüreğin
kah sakin ve çarşaf deniz yeşilliği
kah gök maviliği gözlerin
sanki baharda yolculukta gibisin
rengarenk giysiler içinde
tıpkı bahar gibi yüzün
kah gülücüklerin bahar güneşi gibi
kah mart ay’ ı gibisin anlaşılmazsın
“Bir nisan” gibi şakacı
ve kış mevsimi gibi
soğuk ürkütücü
ve yalnızlık gibi
ve ayrılık gibi
hiçbir zaman istemediğim
ölüm gibi soğuk
sensiz yaşamda yolculuk
oysa sen
sanki baharda yolculukta gibisin
kah gülen gözlerin
çiçek bahçeleri gibi
kah şimşekli yağmurlar gibi yüreğin
19.04.1997
ORTAKÖY’DE
Bir kış günü
bayram sıcaklığında insanlar
kol kola sevgililer,
sarmaş dolaş
hani biliyor musun
gelecek büklüm, büklüm
bahar kıpır kıpır
kulaktan kulağa geleceği müjdeler gibi
şarkılar mırıldanır
boğazın derinliklerine doğru
bayram sıcaklığında insanlar Ortaköy’ de
kimlerine göre entel pazarı
kimlerine göre sevdanın yeridir orası
bir kış günü
güneş alabildiğince sıcak
rüzgar kışı hatırlatırcasına
esiyor uğuldayarak
ama insanlar sıcak
insanlar sevgi dolu
bayram sıcaklığı var bugün Ortaköy’ de
insanlar kol kola sarmaş dolaş
SEN CİGARA DUMANI DEĞİLSİN Kİ !
Tellendiriver cigara dumanını
seyret arkasından
esmesin rüzgar
dağıtmasın birden bire
sakin havada
boşluğa üfürünce o cigara dumanını
öyle alımlı ki senin gibi
senin gibi salını, salını
gökyüzüne doğru yol alınca
kayboluverince birden bire
senin gibi
arkasından ikincisini
tüttüresim gelir cigaramı
yeniden seyretmek için
senin gibi değil
yeniden senin gibisini bulmak
zor be güzelim zor
sen cigara dumanı değilsin ki
çekiversem paketimden bi tane daha
zor güzelim
zor bulmak senin gibisini
sen hep yanımda kal benim
salını, salını gezelim elverdiğince gönlüm
cigara dumanı gibi
özgürce ve ağır, ağır boşluğa doğru
gönlümüzce bırakalım kendimizi
7.7.1995
AĞLAMA SEN GÖZBEBEĞİM
Ağlama sen gözbebeğim
akıtma yaşlarını
mutluluktan bile olsa
yakışmıyor bir tanem
sana ağlamak,
sana hüzün yakışmıyor
Gülesin; gülen gözlerin
cam gibi parlasın
Buğulu gözlerini görmek var ya
kahrediyor beni
belki anlatamıyorum
anlatmak istediklerimi
belki de cesaretim yok
Ağlama sen gözbebeğim
Akıtma gözyaşlarını
mutluluktan bile olsa
13.04.1997
ÜZÜLME SEN CANIM BENİM
Alamadım sana kurban
Darılma sen n’olur gurban
Geçti gitti a bu bayram
Üzülme sen canım benim
Gün ola da devran döne
Bayramlar gelir gene
Bu bayram olmazsa seneye
Üzülme sen canım benim
Gara günde ak gününde
Neşesinde, kederinde
Hepsini yaşadım senle
Üzülme sen canım benim
28.4.1996
.BAĞLARIMDA İÇİN İÇİN AĞLARIM
Yakın idi ırak oldu yollarım
Özlem dolu hep yolunu gözlerim
Bakılmadı viran oldu bağlarım
Bağlarım da için için ağlarım
Bir tutam gül al gönlümden vereyim
Viran olmuş bağları nasıl dereyim
Irak ırak yarim seni seveyim
Bakılmadı viran olduğu bağlarım
Bağlarımda için, için ağlarım.
Yağmur yağmış viran bağlar sel gider
Bağ bozumu yerinde yeller eser
hasret dolu bu günler bilmem ki nasıl geçer
Bakılmadı viran oldu bağlarım
Bağlarımda için, için ağlarım.
28.4.1996
SENDE DE SEVDANIN YANIK İZİ VAR
Bakma böyle garip kimsesizliğime
Benim de sevgiye ihtiyacım var
Saçlarım dağınıksa n’olur hor görme
Sevdadan nasibini almışlığım var
Bir yan bakış süzersin alaylı gözle
Kahreden sözleri n’olur söyleme
Sevmedinse yürekten, bir de sen dene
Sen de de sevdanın yanık izi var
29.3.1996
SEVDASIZ YAŞAMAK BENİM ÜLKEMDE
Kara kış gibi saçlarım
beyazı bolcana
Çatlamış topraklar gibi
kırış, kırış göz kenarlarım
Hiroşima’ da atılan
bombadan etkilenmişçesine
umudum paramparça
her biri bir tarafta
gök, naralar atarcasına
veryansın ederek
gelirken üstüme üstüme
korkak bir kedi gibi sinmişim
sinmişim yüreğim korkak
hayallerim kap kara
yaşamak
üzerine ölü toprağı serpilmişçesine
korkak, sessiz ve
sevdasız yaşamak
benim ülkemde
Oysa rüyalarda görmek istemiyordum
kucaklaşmak istiyordum sevdiğimle
öpmek istiyordum çatlamış dudaklarından
el ele tutuşmak
ve dolaşmak kırlarında memleketimin
yaşayamadığım gerçeğimi
düşlerime sığdırmak istemiyorum
kara kış gibi yüreğim
soğuk, buz gibi
çatlamış topraklar gibi
yüreğim paramparça
sanmayın ki Hiroşima
sanmayın ki sevdasız yüreğim
bir memleket türküsü
çığırırım ki bir bilseniz
bir bilseniz ne ağıtlar yakarım
ne doludur benim yüreğim
ne düşler kurmuşum
memleketim üstüne
kırışmadan önce göz kenarlarım
kar beyazı olmadan önce saçlarım
ve
bu memlekette kaybolmadan önce
4.12.1996
BAŞKA SEVDA YOKMUŞ GİBİ
Neden tuttum ellerini
Tutulacak el yokmuş gibi
Yanıyor gönlüm sana
Yanacak güzel yokmuş gibi
Neden öptüm o dudaktan
Mahkum etti beni sana
Mühürlendi gönül gözüm
Başka güzel yokmuş gibi
Neden böyle senin sevdan
Vazgeçsen de geçemezsin
Tutsak oldum su sevdaya
Başka sevda yokmuş gibi
25 Ekim 1996
DİLİNDE NAME GÜZEL
Sende aşk sende güzel
Gül güzel diken güzel
Ağzından bal akıyor
Dilinde name güzel
Gönlü gönülden güzel
Yüzünde teni güzel
Saçları siyah sırma
Yüzünde saçı güzel
1.4.1996
KÖLEN OLURUM SENİN
Yeter ki bir gülücük ver
Kölen olurum senin
Yeter ki bir öpücük ver
Yarin olurum senin
Yaz geçti bahar geçti
Sensin aşkımın gözdesi
Ne para, ne mal, ne mülk
Hepsi sen varken güzeldi.
Hey, hey kölen olurum senin
Yarin olurum senin
Kim ne derse desin
Senin olurum senin
1.4.1996
MÜEBBET HAPSİNDEYİM
Müebbet hapsindeyim yıllar yılı
Yüreğim, kürek mahkumları gibi çaresiz
kaç bin kere azat edesin diye bekledim
kaç bin kere azat edilmekten korktum
anladım ki ben
bir yürek mahkumuyum
cezamı çekiyorum biliyor musun
suçumun adını da koyuyorum
“ seni seviyorum”
kaçmak istiyorum bu gemiden
kahrediyorum sevmediğini öğrenince
kendimi korkunç denizlerin
acımasız dalgalarına bırakıyorum
kahrolası yine de seni seviyorum
24.8.1997
YAZILAR YAZARIM
Yazılar yazarım
şiirler sıralarım dize, dize
kiminde hüzün
kiminde neşe
ve kiminde aşk.
tanımadığım sevgilime dair
içimde bir bekleyiştir
bir umuttur yıllardır süregelen
kah gündüzün karmaşıklığında kaybettiğim
kah gecenin sessizliğinde
yakalamaya çalıştığım
yazılar yazarım
şiirler sıralarım dize, dize
kiminden besteler yapıldığı
kiminden çöp sepetinin nasibini aldığı
gün ağarırken
çöp konteynerlerini karıştıran
çingenelere aş olan
iş olan yazılar yazarım
alabildiğince özgürüm sanırken
alabildiğince yalnızlığıma mahkum olurum
ta ki gün ağarıncaya deyin
güneşin dünyanın öbür tarafını terk edip
bu tarafa gelinceye kadar
sonra vururum kafamı yatağa
ben ölürüm
ta ki güneşin öldüğü ana kadar.
18.03.1996
İŞTE ÖYLE BİR ŞEY
Gökyüzü kara bulutlarla dolar da
yağmaz ya yağmur
sıkar ya insanı belindeki kemeri
ağlamak istersin ağlayamazsın ya
kahrolası işte öyle bir şey
volta atarsın ya hani
mahpushane koridorlarında
mahkeme gününü beklersin
uzadıkça uzayıp giderken
kahreder ya insanı
ve saatin geldiğinde
adını okur ya mübaşir gür sesiyle
yüreğinin küt küt atışına
engel olamazken
“ne ola acep!” deyip
bir heyecan basar
bir ateş kaplar ya her bir yanını
serinlemek istersin de
bir türlü fırsat bulamazsın ya
kahrolası işte öyle bir şey
sıkıntıdan kurtulduğunda
derin bir “ooh!” çekerek
çıkarsın ya kapıdan
gözlerin fal taşı gibi
“oleyyy!” diye nara atarsın ya sonunda
işte öyle bir şey
yaşam denilen şey
işte öyle bir şey
BİR UMUT TAŞIRIM YÜREĞİMDE
Bir umut taşırsın yüreğinde
bazen denizde dalgalara bırakırsın
bazen rüzgarların önünde
kaçırırsın elinde
ve koşarsın peşinden
kimi kez soluk soluğa
kimi kez bitkin düşersin
dünyan kararır
ne denizin sakinleşen görüntüsü mutlu eder seni
ne yüzünü okşayan yumuşak rüzgar
hayal bile kuramazken
mavili yeşilli rengine aldırıp
ve çekiciliğine kanıp
bir daha yanına bile yanaşamazsın
“umutlarımı geri ver” bile diyemezsin
ta derinliklerine gizlemiştir, yutmuştur deniz
alıp götürmüştür rüzgar taa uzaklara
kim bilir bir daha, bir daha...
bir daha umutlanmak denize karşı
rüzgara karşı umuda haykırmak ha!
tövbeler olsun
seher gözlüm
yaprak yeşili sevdiğim
tövbeler olsun
GÜLE GÜLE
Çocuktun daha dün
kucaktan kucağa
Çocuktun
oyunlar oynardın gönlünce
Her istediğin olurdu
Elinde olmadan büyüdün
Özler oldun çocukluğunu
ne kucaktan kucağasın
ne de her istediğin oluyor artık
daha dün arkana baktığında
su gibi giderken çocukluğun
gençliğini zaten hatırlamıyorsun
saçlarında tek tük beyazlar
koparmaya çalışırken
bir bakmışsın baş edemiyorsun
sonra bastona ihtiyacın oluyor
ve unutkanlık başlıyor
umursamaz oluyor insanlar seni
en yakınların bile
çocuk gibi avuturlar
anlamadığını sanırlar senin
bilirim kırılırsın,
kırılırsın da yine de belli etmezsin hani
sonra bir gün selan verilir
arkandan gözyaşı dökerler
ve sonra unutulursun
hem de tez vakitte
kim bilir bu yolculuğunda
çocuklar eşlik ederler sana
senin çocuklukların gibi
güle, güle git derler,
geri dönecekmişsin gibi
13.11.1996
İŞTE HAYATIM
Doğmuşum
ayını gününü dahi bilmediğim
bir senenin bilmediğim bir vaktinde
ağlamışım
önce kum bezine sarmışlar
ağlamışım
meme vermiş anam susayım diye
tarlalara götürülmüşüm
anamın yedeğinde
atılmışım bir ağaç dibine
kara sinekler aşıma ortak olmuş
büyümüşüm boya sandığı sırtımda
ben altındayım
beni görene aşk olsun
yirmi beş kuruşa ayakkabı boyatmışlar
kahverengi, siyah bazen de beyaz renkte
o zaman şehirlilerin giydiği
Okula gitmişim
yeni, yeni defterler tutuşturulmuş elime
o zamana kadar görmediğim
resimleri olan kitaplarımı
koltuk altı yapmışım
yakalığı beyaz önlüğü kara olan
bir üniforma ile yollamışlar ilk mektebe
işte o zaman tanışmışım
bir yakalık aklığı olan
miniklerin toplandığı yerle
“uyu uyu yat uyu’ yu”
öğrettiler hemen
alfabeden sonra
“Ali bak bu armut”u gösterdiler
sonra farkında olmadan
sökmüşüm okumayı
elim kalem tutmaya başlamış
öğrenmişim yazmayı
“yat, yat uyu, uyu uyu yat”
defalarca yazdırmışlar
defterimin bembeyaz sayfalarına
soru sormak istemişim
küçük olduğumu ,
emir buyurulacağı zaman
büyüdüğümü hatırlamışlar o an
derken ortaokul da bitmiş nasıl olmuşsa
hiçbir şey anlamadan
sonra okuyamamışım
okutamamış beni babam
kaçmışım adına İstanbul denilen
taşı toprağı altın olan bu şehre
söz vermişim anama “belki okurum” diye
Varmışım İstanbul’a
kıyaslama yapmak istemişim
ama ne gezer
benim memleket nere İstanbul nere
görmemişim ki böylesi bir şehri
orada öğrenmişim yürümeyi
orada öğretmişler konuşmayı
yeniden okumayı sökmeye başlamışım
çalışmışım,
gündüzüne ayrı meydan okumuşum
gecesine ayrı
Ticaret Lisesi derlermiş adına
muhasebeci olurmuşsun
bitirdiğinde orayı
koşmuşum kayıt yaptırmak için
akşamın ticaret lisesine
sabahın köründe
bir çırpıda bitirivermişim
akşamın ticaret lisesini
hayal bile edemezken
görünüverdi yüksek mektebin
yüksek, yüksek merdivenleri
kısmetimiz açılmışken geceden
başlamışım yüksek mektebe 1979 biterken
okuyamazsın denilmişti
gelince İstanbul’a
öyle kolay değilmiş
hem çalışıp hem okuma
derken yüksek mektepte
bir baktım bitmiş tükenmiş
geriye dönüp baktığımda
yıllarım bir, bir eriyip gitmiş
vermişler elime bir diploma
baktım ki gerçekten bitmiş Marmara
bir yıl tadını çıkarayım dedim okulsuz hayatın
ama ne gezer
askersiz kalmasın vatanım
çoluk çocuk ver elini gittik askere
her akşam aynı şarkıyı söylerdik
“gel teskere, teskere”
o da bitti döndük Antep’ ten
geldik İstanbul’a
saçları iyice beyazlatmışız
dediler ne bu saçlar hayrola!
derken değişik işler kovalamışız
geçim derdi yaşamak zor İstanbul’da
Dedik! Yaradan verir rızkı kuluna
93’e gelince yirmi iki yıl olmuş
tanışalı bu şehirle
arkasından alıştık ya
başladı ikinci üniversite
ne oldu sonra demeyin
o da bitti üç yıllık uğraşıdan sonra
hiç bir işe yaramayan
astık o diplomayı duvara
arada bir o bana bakar ben ona
kah üzülürmüşüm
kah belirsiz düşler kurar
efendim işte böyle
geldik buraya kadar
sonrası n’olur vallahi bilemiyorum
yanıyorum, yanıyorum
bu ülkede neden bu kadar okuyorum
değer miydi emeğine
göz nuruna dirseğine
nasıl olsa
bilen de bir bu memlekette
bilmeyende
bir Yunus sıkıntılarla
yaşam sürmüş İstanbul’da
diyeceklerdir elbet
burası böyledir işte
teşbihte hata olmaz
nalına da vurulur insanın
mıhına da.
8 Haziran 1997
YENİDEN DOĞMAK İSTER MİSİN?
Bir gün “doğduğun yerde
yeniden doğmak ister misin?” deseler
yeniden oynar mısın yalın ayakla
çimenlerin üstünde
yeniden balık tutar mısın
melet çayının çılgınlığında
çılgınlaşır mısın deseler
kim bilir, ya gülüp geçerim
yada hayır istemem derim
hep güzel şeyleri yaşattırmak isterler
hayal gücümüz
iyileri anımsamak için
geriye dönüş yapar çoğu kez
ya yeniden boya sandığını
sırtlamak ister misin deseler
parmakların renk cümbüşü
beyaz, kahverengi, siyah vişneçürüğü
ve renklerin açığı koyusu
büyükbabamın elleri gibi
buruşmuş ellerle
soğuktan cila atamaz olduğum
o günleri yeniden yaşamamak için
doğduğum o yerde doğmak istemezdim
doğduğum o yerde
yaşamak isterim bugünkü halimle
eşim ve çocuklarımla
onlara anlatmak
onlara göstermek isterim
okuduğum camı kırık ilkokulu
boyacılık yaptığım “Recebin Kahvesini”
bana “demokrat” adını veren
Rum kilisesini
anlatmak isterdim onlara
ama o benim memleketim,
doğduğum yer
çaresizliğinden atıveren gurbete
ama üzülen...
hüzünlenen benim memleketim
yeniden doğmak istemediğim
ama hasret gidermek için
gitmek istediğim
benim memleketim
benim Melet ’im
Florya, 30 Ağustos 1993
0 yorum:
Yorum Gönder