AVCILAR’DA YAZ BAŞKADIR...
Avcılar’da yaşamaya başlayalı 27 yılı geride bıraktım.
Yine bir Ağustos ayı idi ben Avcılar’a taşındığımda...
3 Ağustos 1984.
Avcılar’a taşındığım ilk günden itibaren hep bir başka gözle gördüm Avcılar’ı...
Hep bir başka sevdim...
Hep bir başka bağlandım ben Avcılar’a...
*
Hani dilden dile hep söyleriz ya...
Hele de başka memleketlere gittiğimizde dilimizden düşürmediğimiz “Bir başkadır benim memleketim” türküsünü tuttururuz ya, ben de hep yıllar yılı “Bir başkadır Benim Avcılar’ım” deyip, deyip duruyorum.
O nedenle değil midir zaten, yazılarımın konusu Avcılar olunca, hep bir başka özen gösteririm ben. Hep bir başka sözcükler bulmaya çalışırım Avcılar’ı anlatabilmek için...
*
Bilirim, trafiği zaman zaman bunaltır insanı...
Bilirim, sokakları eskisi kadar temiz ve sakin değil...
Bilirim, yaya kaldırımları hiç olmadığı kadar işgal altında...
Bilirim, zaman zaman gazete sütunlarında; şiddet, hiddet ve yüz kızartıcı suçlarda adı geçer...
Bilirim, bir deprem korkusu vardır ki yaşayanlarının üzerinde 1999’dan bu yana hâlâ kalıntıları vardır.
*
İşte tam da 99’dan sonra Değirmenci’yi tanımaya başladım ben...
Tam da Avcılar’ı yıkık, dökük, harap hale getiren ulusal basına karşı, “Türkiye’nin Parlayan Yıldızı” sloganıyla direnmesinde...
O günlerde bitmez tükenmek bilmeyen enerjisiyle insanına moral veren çırpınışında...
O günlerde teker teker Avcılar insanıyla kurduğu diyalogunu sevmeye başladım...
İşte o günlerden sonra genç, atak, sevecen ve vefasıyla hep Avcılarlıya moral verebilme adına verdiği özverisini sevmeye başladım...
O nedenle; o günlerde Avcılar denilince aklıma Değirmenci, Avcılar’da yaz denilince de Değirmenci’nin etkinlikler gelir hep...
*
O günlerde de hep eleştirildi...
“Avcılar’ın acısı tükenmiş, bitmiş gibi, milleti sahile topluyor, eğlendiriyor,” denildi. Denildi denilmesine ya Değirmenci, bunu diyenlerden farklı düşündüğünü ve de “haklı düşündüğünü” hep kanıtladı...
Çünkü o günlerde moral değerlerinin yüksek tutulması gerekiyordu...
Hiç olmazsa geri getirilemeyenleri saygı ve rahmetle anarken, hayatın devam ettiğini; geride kalanları, geleceğe hazırlamak, moral değerlerini yüksek tutmak gerektiğini iyi biliyordu...
Ve hiç yapılmayan şeyleri yapmayı başardı o dönemlerde...
İnsanlar yeniden -hem kendileri hem de toprağa verdikleri adına- yaşamak gerektiğini hatırladılar...
O günlerde Avcılar, hiç olmadığı kadar birbirine omuz verdi, hiç olamayacağı kadar özveri gösterdi Avcılar’ın yeni ve tecrübesiz genç belediye başkanı...
Ve her geçen gün biraz daha ‘yıkık ilçe’ imajı silinmeye başladı, “konserler ilçesi” oldu Avcılar...
Her yaz gelişinde insanlar, “Konserleri” akıllarına getirdiler.
“Bu yıl yapılmayacak mı?” diye belediyenin kapısı aşındırıldı...
Başkan o yıl da yaptı ondan sonraki yıllar da...
O nedenle Avcılar’da yaz başkadır...
Sahil başka...
Konserler başka...
Belki de aşk başkadır Avcılar’da...
*
Sonra ne oldu?
Yıllar sonrasında Avcılar’da hayat normale dönmeye başlayınca, korkular, acılar unutuluhca, bu kez de Avcılar’ın unutulan yüzü isyan etmeye başladı...
Sokaklar araçlarla, yaya kaldırımları eşyalarla işgal edildi.
Gören olmadı...
Pırıl pırıl Avcılar, çöp yığınlarıyla doldu...
Gören olmadı...
Avcılar’ın -simgesi durumundaki- Marmara Caddesi bakımsızlıktan hüngür hüngür ağladı...
Duyan olmadı...
Avcılar büyüdükçe büyüdü...
Galiba; elleriyle büyüttüğü Avcılar’a Değirmenci yetemez oldu...
*
Ben artık işin o tarafında değilim...
Ben, Cennet’in aşağısında; gece bir elmas gibi parlayan ışıkları, gündüz gümüş rengi deniziyle hâlâ fıkır fıkır yaşam kokmasından yanayım.
Ben Avcılar’dan yanayım...
Avcılar’ın yazından, baharından, kışından, soğuğundan...
Güzelinden, çirkininden, Marmara Caddesi’nden, parkından, sahilinden...
Ona vefa duygularıyla hizmet edenlerinden yanayım...
Gerisinden bana ne ki?
0 yorum:
Yorum Gönder