web 2.0

1 Aralık 2010

20101201 - UZAKTA OLMAK VAR YA UZAKTA OLMAK!..

UZAKTA OLMAK VAR YA UZAKTA OLMAK!..
Epey zamandır bölgeden uzaktayım…
Aslında fena da olmadı…
Giresun ve Ordu’da üç seminerimiz var…
Bunu fırsat bilip hafta sonunu Mesudiye’de geçirdim…
Aslına bakarsanız ikimiz de birbirimizi özlemişiz…
Hatta öyle özlemişiz ki, ikimiz de birbirimize -neredeyse- yabancılaşmışız.
İkimiz de birbirimizi tanımak için çok uğraştık.
Aslında ikimiz de birbirimizin aynısıyken, ayrısı olmuşuz...
Velhasıl…
İlk günümüzü birbirimize alışmakla geçirdik. 
Önce doğduğum köye gittim.
Müslüm Sarıca Mahallesi’ne…
“Hani gitmesem de, görmesem de o köy benim köyüm” dediğim köyüme…
Epey zaman olmuş gitmeyeli… 
Bir tuhaf oluyor insan, bir hoş, bir garip…
İnsan; bir anda kendi memleketinin yabancısı oluyor biliyor musunuz?
Her neyse!..
Sonuç itibariyle  Mesudiye’yi bir hayli yaşlanmış gördüm bu gidişimde…
Kışa girerken, Mesudiye’de; soğuğun ve yalnızlığın belirtisi, hemencecik insanın yüzüne vuruyor…
*
Hani bir şarkı vardır ya “Eski halimden eser yok şimdi!” diye başlayan…
Gerçekten de Mesudiye’nin eski halinden eser yok şimdi…
Oysa kocaman kocaman binalar yapılmış…
Okullar…
Yurtlar…
Bir zamanlar ilçeler arası maç yaptığımız Mesudiye çayırında nefes alınamaz olmuş şimdilerde…
Daralmış, sıkışmış, sıkılmış, bunaltılmış…
Mesudiye’nin beldeleri Mesudiye’yi geçmiş…
Yeşilce beldesi meselâ…
Oraları anlamak için görmek gerek…
Bu mevsimde ülkemin büyük bölümünü boz alanlar kaplarken, Yeşilce’nin yeşilliği insana nasıl da hayat veriyormuş, yaşayarak görmek gerek…
*
Ya Müslüm Sarıca’m
Hani, Himalayaların eteklerindeki muhteşem düzlükler ve yemyeşil yerleşim alanları vardır ya, tıpkı öyle işte…
Belki daha da muhteşem…
Yukarıdan aşağıya doğru büyük bir sıklıkla inen çam ormanının hemen bitiminden itibaren hafif bir eğimle aşağıya inmeye başlayan yemyeşil çayırlık alanların seyrine doyamıyor insan.
Ve hemen onun bitiminde, evin altından da geçen  dereden gelen su sesine kulak verdiğinizde, ister istemez kendinizi olduğunuz yere bırakıp orman, -bu kış mevsiminde- yemyeşil çayırlar ve derenin etrafından gelen kuş sesleri nasıl da dinlendiriyor insanı…
Nasıl yaşlanır insan oralarda söyler misiniz?
Ne İstanbul’un insanı boğan kalabalığı, trafiğinin keşmekeşliği ne de yiyeceklerin hormonlusu var oralarda…
“Kendin pişir kendin ye” misali, insanın kendisinin ekip, kendisinin biçtiği küçük gibi görünen aslında koskocaman bir dünya oralar.
*
Hani memleketten uzakta olmak var ya memleketin uzağında olmak…
Kötü…
Gerçekten kötü…
Meğer ne büyük acıymış insanın bir tarafını kemirdikçe kemiren…
Düşünüyorum da, buralarda yaşamıyormuşuz biz…
Cezamız varmış da günümüzü doldurmaya çalışıyormuşuz.
Hele de oraları görünce; böyle düşünmeden edemiyor insan…
Alınmasın bana İstanbul...
Darılmasın, gücenmesin, ama öyle işte…
Uzakta olmak var ya uzakta olmak…
Memleketinden, sevdiğinden ve geçmişinden…
Nasıl anlatsam bilemem ki!




0 yorum:

Yorum Gönder