web 2.0

23 Kasım 2010

20101124 - SEVGİLİ ÖĞRETMENİM...

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM...

Sevgili Öğretmenim,
Senin işin daha önceki seneler olduğu gibi bu sene de zor...
Yine bir ‘24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor(uz)sunuz bugün...
Bu, bir hafta boyunca da “Öğretmenler Haftası” olarak kutlanacak...
*
Her sene yazıyoruz zaten...
Sizler de biliyorsunuz ki en tepeden başlamak üzere aşağılara doğru yine övgüler alacaksınız...
Ne kadar vefakâr, cefakâr olduğunuz dakikalarca anlatılacak...
Kimilerinizin ‘Ana’, kimileriniz ‘Baba’ olduğu söylenip durulacak...
En kutsal görevlerden birini sizin yaptığınız dile getirilecek...
Aslında öyle de… Öyle de değil...
Her iktidarın ‘kutsallık’ anlayışına göre ‘kutsal görev’ yapanlarınız o kadar çoğaldı ki!
İktidarın kutsallık anlayışına göre görev yapmayanlarınız ya sürülüyor, ya geri göreve alınıyor ya da bir şekilde haddiniz bildiriliyor...
Evet, siz bir ‘ana’ siz bir ‘baba’sınız, ama Büyükanalar, Büyükbabalar sizin rahat çalışmanıza -galiba- hem katkı sunmuyor hem de olması gerektiği gibi izin vermiyor...
*
Sevgili Öğretmenim,
Dışarıya yansıyan kadarıyla -sanki- sizler de pek memnun değilsiniz yaptığınız işten...
İşin kutsallığından, aldığınız manevi hazdan dolayı demiyorum (Gerçi o hazzı da alamadığınızı biliyorum), ama belki de sizler de bugün geleceği emanet edeceğimiz çocuklarımıza istediğiniz gibi katkı sunamıyorsunuz...
Belki sizler de “Neyin ‘doğru’, neyin ‘yanlış’” olduğunu karıştırdınız...
Niye öyle diyorum biliyor musunuz?
Çocuklarımız, yani sizlerin öğrencileri, bugün Türkçemizi bile doğru dürüst konuşamıyorlar...
Sözcükleri yutuyorlar...
Ağızlarında eveleyip, geveleyip duruyorlar...
Sorulan soruları ya anlamıyorlar, ya da anlamak istemiyorlar... Ya da anlıyor da işlerine öyle geliyor, ne bileyim!
Aslında onlar, onlar değil. Aslında onlar sizlersiniz...
Sizin yetiştiremedikleriniz, yetişemedikleriniz.
Bunu biliyorsunuz değil mi?
Kuşkusuz, sizler de bunların farkındasınız ve bu durumdan da üzüntü duyuyorsunuzdur...
Kuşkusuz, bugünkü gençlerimize yeterince katkı sunamadığınızın, onlara etki edemediğinizin rahatsızlığını içinizde hissediyorsunuzdur.
Bir yerlerde bir kopukluğun olduğunu ve bu kopukluğun sizden mi, veliden mi, Milli Eğitim’den mi kaynaklandığını belki de tam olarak kestiremiyorsunuz...
Belki de üçayaktan da kaynaklanıyor!
Belki de sizin hiç suçunuz yok da; veli ve Milli Eğitim’in zorlaması sizi ve onları böylesine birbirinden koparıyor...
Belki de...
*
Sizler de bölük pörçük oldunuz...
İnsan yetiştiren insanlar, insan yetiştiremez oldular...
Bunun siz de farkındasınız...
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar...
Kovuyorlar da belki de birçoğunuzun gideceği onuncu köyünüz bile yok...
Birçoğunuz size diretilen yaptırımları uygulamak zorundasınız...
Belki de hiç birinizin; yanlış uygulamaların ‘yanlış’ olduğuna dair bir tepki gösterecek cesaretiniz dahi kalmadı...
Sizler de iktidarın istediği biçimde mesleğinizi yapıyorsunuz, yapacaksınız...
Elbette hepiniz ‘öylesiniz’ demiyorum, ama çoğunuz öylesiniz öğretmenim...
Çoğunuz, Atatürk ilke ve devrimlerine -yakınmışsınız gibi görünseniz de- uzaksınız...
Çoğunuz geleceğimizin teminatı çocuklarımıza o kadar uzaksınız ki, sizler de diğer devlet memurları gibi son zilin çalmasını bekliyorsunuz.
Çoğunuz cumhuriyet öğretmenleri olduğunuz söyleseniz de pek azınız bu konuda bunu sürdürebiliyorsunuz...
*
Kiminiz çekiniyor, kiminiz düzeninizin bozulmasını istemiyorsunuz belki, ama bugün bizlere yansıyan böyle öğretmenim...
Çocuklarımızın tavır ve davranışlarından...
Atatürk’ü ve onun devrimlerini ne kadar sahiplenip, sahiplenmeyişinizden belli oluyor...
Neden öyle diyorum biliyor musunuz?
Neden sizin için üzülüyorum?
Bizim zamanımızdaki öğretmenlerle sizleri kıyaslıyorum da onlar sizlere göre daha dirençliymişler...
Onlar daha çok Cumhuriyet Türkiye’sine, Atatürk’e, onun devrimlerine, ilkelerine sahip çıkıyorlarmış...
Onlar daha çok bedel ödemeyi göze almayı bilmişler…
O yüzden de en çok bedeli benim zamanımın öğretmenleri ödediler...
O zamanların değimiyle “sağdan veya soldan” hiç fark etmez...
En azından her iki tarafın öğretmenleri de “Söz konusu vatansa gerisi teferruat” diyorlardı...
Onların talebeleri de...
*
Ya bugün?
Bugün öyle denilmiyor...
Bugün “Söz konusu iktidarsa gerisi teferruat” deniliyor...
Denilmiyor mu?
Haksız mıyım?
Dünün öğretmenleri; hem derslerde zehir gibi talebeler yetiştirirlerken, hem ülke hem de insan sevgisini aşılamada aynı hassasiyeti gösterirler, aylar öncesinden her türlü milli ve manevi değerlerimize sahip çıkılması konusunda beyinlerimize ilmik ilmik işlerlerdi...
Şimdi?
Şimdi öyle mi Allah aşkına söyler misiniz?
Şimdi neler işleniyor o taze, körpe beyinlere...
Neler işliyorsunuz?
Neleri işlemek zorunda kalıyorsunuz (Sanki zorundaymışsınız gibi).
*
Sevgili Öğretmenim,
Bugün 24 Kasım ve sizin gününüz...
Şöyle bir bulunduğunuz şehirde, kasabada, beldede yetiştirdiklerinizin durumlarını bir gözlemleyin...
Nerelerdeler, nelerle uğraşıyorlar, onların dert ettikleri şeyler neler?
Hele bunları bir görün...
Gördükleriniz sizi tatmin ediyorsa, görevinizi yaptığınızı düşünebilirsiniz. Vicdanınız rahattır, dert etmeyin.
Yok, sizi tatmin etmiyorsa, gördüklerinizden sizler de rahatsızlık duyuyorsanız vicdanınızı nasıl tedavi etmeniz gerekiyorsa o şekilde edin...
Çünkü siz de biliyorsunuz ki yeni nesle sizler şekil veriyorsunuz...
Sizler, yani “İnsan yetiştiren insanlar” sizlersiniz...
Gününüz kutlu olsun...
Ellerinizden öperim, öğretmenim...

0 yorum:

Yorum Gönder