web 2.0

17 Ağustos 2010

20100819- TECRÜBE İNSANI NASIRLAŞTIRIYOR...

TECRÜBE İNSANI NASIRLAŞTIRIYOR...

İYGAD Başkanı arkadaşım Sevgili Metin Karakoç, önceki günkü yazdığım “Bu Bir Tercih Meselesi...” başlıklı makalemde, kendisine yönelik düşüncelerime kırılmış, hatta çok da kızmış.
Aslında Başkan Karakoç; meslektaşlarım içerisinde üzmek istediğim en son kişilerdendir. Ama tespitlerimizi de ortaya koymak zorundayız. Bunu en az benim kadar kendisi de bilir.
Sekiz-On yıldır tanışıklığımız süresinde bana yansıyan dostluğu ve samimiyetini göz ardı edemem... O nedenle de bana kızma, beni eleştirme, hatta arkamdan söylenme hakkı bile her zaman vardır.
Yüz yüze geldiğimizde biz iki medeni insan olarak anlaşırız.
Özür dilemem gerekiyorsa dilerim, onun dilemesi gerekiyorsa o diler.
*
Bu kısa notu bir kenara bırakıyorum ve benim son yazım da dâhil olmak üzere birçok arkadaşımızın ‘biran önce derneği seçime götürmesi’ konusundaki ısrarcı tutumumuzla -öyle anlaşıyor ki,- başkanı iyice bunaltmışız.
Ve en son olarak da hem benim yazıma hem en yakın arkadaşı M. Abdullahoğlu’nun yaptığına dayanamayıp, meslektaşlarına çok nadir gönderdiği açıklamalarından birini gönderiyor...
O gönderinin içinde; yakınma, isyan, feryat ve dostluğun ayaklar altına alınışı, vefa ve gönül birlikteliğinin neredeyse yok oluşunu anlatıyor...
Belki de en çok içerlediği noktada burası.
Brütüs (M.Abdullahoğlu)’ün Sezar (Metin Karakoç)’ı arkadan vuruşu.
Öyle diyor Karakoç. “Ne oldu da yirmi gün içinde birden bire istifa etme dürtüleri kabardı ve bunu da hemen eyleme koydu.” diyor...
“On yıl. İyi ve kötü günlerimizi paylaştığımız, her seferinde yan yana olduğumuz on yılın hiç mi hatırı yoktu da, kendisine söylenmiş olan  -belki biraz ucunu kaçırmış olabileceğim- sözleri dikkate alıp, alelacele beni suçlayarak istifa etmek istedi.” diyor.
“Oysa meclis üyesi seçildikten sonra en az 10 defa M. Abdullahoğlu’na başkanlık teklif ettim. ‘İstifa edeyim yerime seni önereyim,’ dediğimde ‘Biz beraber başladık, beraber bırakırız başkan’ demişken, bugün ne oldu da böyle oldu, anlamak mümkün değil.” diyor.
Dernekte yalnız kaldığını, yalnız bırakıldığını, maddi ve manevi olarak yıprandığını, yorulduğunu (ki o konuda haklı olduğunu düşünüyorum), yorduklarını ve sonunda da hiçbir yere yetişemez olduğunu anlatmaya çalışıyor.
*
“Demek ki yaşamamız gerekiyormuş,” diyor. Ve özellikle de son yazımla ilgili telefonda bana çok ciddi eleştirilerde bulunurken...
Sonuç olarak bu dernek Sevgili Karakoç’u yorarken, kedisine (kendi deyimiyle) ‘dost gözüküp timsah gözyaşı dökenleri’ de öğretiyor.
Bu da bir tecrübe...
İnsanlar tecrübe kazanırlarken, çok büyük yıkımlara da uğruyor, ama her tecrübede biraz daha nasırlaşıyor...
Biraz daha etrafındaki Brütüs’leri, Brütüs olmayanları ayırabiliyor.
Evet, demek ki bunların da yaşanması gerekiyormuş.
Ve ne yazık ki yine de hayatta hep Brütüs’ler kıymetli oluyor...

0 yorum:

Yorum Gönder