ADI MUHARREM...
Henüz 2 yaşında…
Ona önceki gün (çarşamba günü) Beyşehir gölünün kıyısında ayağında eski bir kes ayakkabısı olduğu halde çimenler üzerinde etrafına çocuksu gülücükler gönderirken rastladım…
Ben birkaç kare fotoğrafını çekmeye çalışıyorum, O da bana bilmiş pozlar veriyor.
Yanındaki yakınları Muharrem’e “Poz ver, poz ver!” diye bağırıyorlar.
Muharrem de dişlerini gösteriyor, gözlerini kırıştırıyor…
Hani bana poz veriyor ya!
Ne referandumun ‘evet’inden ne de ‘hayır’ından haberi var Muharrem’in…
Yanındakilerin de yok…
Onların dertleri biraz daha insan yerine konularak yaşamlarını sürdürmek.
Hepsi bu…
*
Ben Muharrem’in birkaç kare daha fotoğrafını çekmeye devam ediyor sonra da yanındakilere selam veriyorum…
Önlerinde serili bir çarşaf ve yanlarındaki poşette de sadece ekmek var…
Muharrem’i annesi terk edip gitmiş. Nereye gittiğini de oradakilerin hiç biri bilmiyor.
Sormadım, ama “Öksüz kaldı yavrum, yetim kaldı” diyordu yanındaki yaşlıca olan kadın.
Muharrem ne ‘öksüz’ün ne de ‘yetim’in ne demek olduğunu biliyordu!
O poz veriyor, kendisiyle ilgilenenlere gülücükler dağıtıyordu çocuksu saflığıyla…
Bir yaşında bir de kız kardeşi vardı. Adı Gülcan…
*
Muharrem bana şirinlik etmeyi sürdürüyor…
Doğrusu ben de Muharreme şirinlik ediyor, onun gönlü olsun diye ha bire fotoğrafını çekiyorum…
Anadan üryan bir vaziyette poz veriyor Muharrem. Anadan üryanlığın ne demek olduğunu bilmeden...
Buyur ediliyorum yanlarına ve ben hiç tereddüt etmeden oturuyorum.
Antalya’dan geldiklerini söylüyorlar…
Daha doğrusu kışın Antalya merkezde yazınsa daha yüksek yerlere çıkarak göçebe hayatlarını sürdürdüklerini anlatıyorlar.
“Eviniz, yeriniz yok mu?” diyorum…
“Göçebe hayatı yaşayanların evi, yeri, yurdu mu olur?” diyorlar…
Doğru söze ne denilir ki? Nereyi bulmuşlarsa orası yerleri, evleri oluvermiş…
Tabi bir de rahat verirlerse…
İki tane genç kız da vardı yanlarında… 17- 18 yaşlarında…
Evet, üzerleri kirli gibi görünse de çok da güzel çocuklar…
Hani şöyle biraz giyim, biraz bakım, biraz da konuşmayı öğrettin mi, değme sosyetelere taş çıkartmazlarsa ne olayım…
*
Ama onların da moralleri bozuk, umutları bitik…
Sadece dalgın ve düşünceli bakışlarla boş boş etraflarını seyrediyorlar.
*
Ben onlarla konuşurken Muharrem, bir kedinin peşinden koşturuyor…
Kedi arada kızgın bir şekilde Muharrem’e dişilerini gösteriyor.
İki yaşındaki Muharrem, kediden korkmuyor, çekinmiyor, hatta üstüne üstüne gidiyor kedinin.
Elindeki pet şişesiyle, bir karış boyuyla ve anadan üryan, kediyi korkutmaya çalışıyor…
Kedi çalıların arasından kaybolunca da Muharrem de yeniden poz vermek için yanımıza geliyor…
Anadan üryan bir şekilde…
*
İki yaşındaki Muharrem şimdilik mutlu…
O küçücük dünyasından ‘oyun’dan başka bir şey yok…
Ya sonra?
Sonrasını bilmiyorum işte…
Bildiğim tek bir şey var: ikimiz de insanız…
Onlar Roman, ben değilim…
Hepsi bu…
0 yorum:
Yorum Gönder