web 2.0

21 Ocak 2010

20100122 - KUŞ MİSÂLİ

KUŞ MİSÂLİ

İnsanoğlu kuş misali…

Sıkıntılarıyla, sorunlarıyla, sevinçleriyle, özlemleriyle, beklentileriyle, korkularıyla, hayal kırıklıklarıyla birlikte…

Birinden kaçarken, bir diğerinin kucağına düşüyor. Kimileri yaşamın kendisini boğduğunu düşünüyor, kimileri de kurtuluşunun sevinç gözyaşlarına boğuluyor…

Böyle bir yaşam insanoğlununki…

*

Tatmadığı zevkleri tatmanın sarhoşluğunu yaşarken, hayal bile edemediği olanakların kendine verdiği güç, özgüven ve şaşkınlıkla havalarda uçuştuğu sıralarda, nereden geldiği bilinmeyen küçücük tersliklerle nasıl da alabora oluverdiğini anlamakta güçlük çekiyor insanoğlu…

Sevinsin mi, ağlasın mı?

Yaşasın mı, ölsün mü?

Bir türlü çözülemeyen hayatın zevkli yanlarının temelinde paranın, gücün ve şöhretin yattığını düşünen bir garip beşer…

Aslında haksız da sayılmaz…

Sayılmaz da, özelikle yaşamın zevkli, güzel ve yaşanabilir yanlarının kazanılmasında para o kadar da etkin olmasa gerek…

Belki ilk bakışta bazı şeyleri göz ardı etmiş olabileceğim akla gelebilir. Ama bir nokta var ki haklı olduğum konusunda, bana hak verirsiniz diye düşünüyorum.

O nokta da şu: olaylara nereden bakıyoruz ve nasıl bakıyoruz?

Kimlerden hangi beklentiler içindeyiz?

Sizin için önemli olan, bir başkası için ne kadar önemli?

Bir başkası için önemli olansa sizin için ne kadar önemli?

Bunu hangi sıklıkla düşünüyoruz?

*

Elbette beğenilerimiz, zevklerimiz, bakış açılarımız farklı farklı…

Aynı olmasını istesek de farklılığın birbirini çeken kuvvet olabileceğini söylediğimde bana karşı çıkanlarınız da, benimle fikirdaş olanlarınız da olacaktır, kuşkusuz…

Bu şunu göstermiyor mu?

Bir şey her zaman doğru, her kese göre doğru değildir…

Hatta ülkenin bir köşesinde doğru olan bir davranış, bir başka köşesinde yanlış olabiliyor.

Doğruların bile doğru olması -genel kabul gören matematiksel doğruları saymazsak- yer, zaman ve ortama göre değişir diye düşünüyorum, bilmem katılır mısınız?

*

Sonra, manyetik çemberimizi nereye kadar genişletebiliyoruz?

Belki de ayarlanması gereken şey de çemberin yayının nereye kadar açılıp, nereye kadar kapatılacağının bilinmesinde…

Eğer manyetik çemberimizi (Çekme ve itme gücümüzü) çok geniş tutabilirsek, olup bitenlere hâkim olamama gibi bir durumla karşı karşıya kalır, çemberimizi daralttığımızda da o daracık alanın bizi sıkboğaz ederek boğabileceğini hep göz ardı edebiliyoruz…

Ve dengeyi de bir türlü ayarlayamıyor, nereye kadar uzanabileceğimize, nerede durmamız gerektiğine bir türlü karar veremiyoruz…

Verdiğimizi sanıyoruz sadece…

Belki yeni dostluklar kazanıyoruz, eski dostlarımızı kaybederken ama…

Başımıza gelen olumsuzlukların -kimi zaman aldığımız kararların, kendimize göre doğru kararlar olduğunu düşünmemize rağmen- neden geldiğine bir türlü anlam veremiyoruz…

Anlam veremediğimiz bir döngü içindeyiz…

Dönüp duruyoruz işte…

Bir dargın, bir barışık…

Bir neşeli, bir hüzünlü…

Dolaşıp duruyor, arayıp duruyor insanoğlu…

Neyi aradığını, neden aradığını, aradığının sınırının ne olduğunu bilmeden…

Kuş misâli…

Kâh orada kâh burada…

Koşturup duruyor insanoğlu…

0 yorum:

Yorum Gönder