“EVİM EVİNDİR!..
Türkiye; 23 Ekim 2011 günü Erciş başta olmak üzere, Van merkez ve çevresinde meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyor.
Yurdum insanı, depremin hemen sonrasında oluşturduğu “Deprem Yardım Ağı” ile bir kez daha farklılığını ortaya koymayı başarıyor…
Hem de bu ağı: “EVİM EVİNDİR!. .” deyip sloganlaştırarak.
*
Bu slogan her şeyi anlatmıyor mu?
Sevgiyi…
Dostluğu…
Kardeşliği…
Dayanışmayı…
Paylaşmayı…
Birlikte yaşamayı…
Barışı…
Sevgiyi…
Hoşgörüyü…
Kötü gün dostu olduğumuz…
Bu milletin (Türk’ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Abaza’sı) dünyanın hiçbir ulusunda pek de görülmeyen bir anlayışı anlatıyor olduğunu…
Aklımıza gelen gelmeyen ne kadar güzellik varsa hepsini, hepsini içine alıyor bu slogan.
Bu ulus böyle bir ulus işte!
*
Ve böyle bir ulusun içinden birileri çıkıyor; ha bire düşmanlık, kin ve nefret tohumlarını 780 bin km metre karelik alana serpiştirmeye çalışıyor…
Serpiştiriyor, hatta büyütüyor da…
*
Bu ülklenin kurtuluşunda aynı hilâl uğruna can verdiklerini çabucak unutup, ha bire saldırıp duruyorlar…
Yabancı eller sırtlarını okşadıkça, onları pofpoflayıp durdukça, onlar da kendilerini ayrıcalıklı görüyor, ayrıcalıklı gördükçe de saldırıyorlar…
Zavallılar!
Dağdakiler de meclistekiler de…
Kendilerine de, yaşadıkları bu topraklara da yazık ediyorlar…
Hâlâ kandırıldıklarının farkında değiller…
Kendilerine verilen dış güç desteğinin bedelsiz olduğunu zannediyorlar…
*
Elbette; devletin sorumluluk alanlarında olduğu halde geçmiş hükümetlerin bölgeye yönelik olumsuz ve acımasız davranışlarını asla doğru olmadığını buradan rahatlıkla söylüyorum.
Ben, tanımlamaya çalıştığım Misak-î Millî sınırlarımız içinde yaşayan yetmiş iki buçuk milletin içiçeliğinden, kaynaşmışlığından söz ediyorum…
Birbirlerini sahiplenmelerinden…
“Onlar benim kardeşim” deyip “Evim Evin” anlayışıyla hiçbir karşılık beklemeden, sadece zor günlerini rahat bir şekilde atlatabilmeleri adına adını bilmediği, yüzünü görmediği Doğulu kardeşine nasıl da karşılıksız kucak açışından söz ediyorum…
Ortaya hiçbir etnik köken ayrımı koymadan…
Onca olumsuzluklara rağmen hâlâ sahiplenme duygusunu ne kadar da üst düzeylerde tutabiliyor olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Hadi gelin, siz bu insanları birbirinden ayırmaya çalışın…
*
Yoksa; elbette devlet, her durum ve şartta vatandaşının güven ve huzurunu sağlamak zorundadır…
Vatandaşına ev ve iş bulmak zorundadır.
Kaldı ki bu konudaki gayretlerini de her durum ve şartta da gösteriyor…
*
Peki, sıradan vatandaşın böyle bir zorunluluğu var mıdır?
Bu vatandaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise eğer bu zorunluluğu ve sorumluluğu hep yüreğinde hissetmiştir…
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın…
O nedenle bir kere daha diyorum ki Ne mutlu Türk’üm diyene, Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyebilene…
“EVİM EVİNDİR!..
Türkiye; 23 Ekim 2011 günü Erciş başta olmak üzere, Van merkez ve çevresinde meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyor.
Yurdum insanı, depremin hemen sonrasında oluşturduğu “Deprem Yardım Ağı” ile bir kez daha farklılığını ortaya koymayı başarıyor…
Hem de bu ağı: “EVİM EVİNDİR!. .” deyip sloganlaştırarak.
*
Bu slogan her şeyi anlatmıyor mu?
Sevgiyi…
Dostluğu…
Kardeşliği…
Dayanışmayı…
Paylaşmayı…
Birlikte yaşamayı…
Barışı…
Sevgiyi…
Hoşgörüyü…
Kötü gün dostu olduğumuz…
Bu milletin (Türk’ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Abaza’sı) dünyanın hiçbir ulusunda pek de görülmeyen bir anlayışı anlatıyor olduğunu…
Aklımıza gelen gelmeyen ne kadar güzellik varsa hepsini, hepsini içine alıyor bu slogan.
Bu ulus böyle bir ulus işte!
*
Ve böyle bir ulusun içinden birileri çıkıyor; ha bire düşmanlık, kin ve nefret tohumlarını 780 bin km metre karelik alana serpiştirmeye çalışıyor…
Serpiştiriyor, hatta büyütüyor da…
*
Bu ülklenin kurtuluşunda aynı hilâl uğruna can verdiklerini çabucak unutup, ha bire saldırıp duruyorlar…
Yabancı eller sırtlarını okşadıkça, onları pofpoflayıp durdukça, onlar da kendilerini ayrıcalıklı görüyor, ayrıcalıklı gördükçe de saldırıyorlar…
Zavallılar!
Dağdakiler de meclistekiler de…
Kendilerine de, yaşadıkları bu topraklara da yazık ediyorlar…
Hâlâ kandırıldıklarının farkında değiller…
Kendilerine verilen dış güç desteğinin bedelsiz olduğunu zannediyorlar…
*
Elbette; devletin sorumluluk alanlarında olduğu halde geçmiş hükümetlerin bölgeye yönelik olumsuz ve acımasız davranışlarını asla doğru olmadığını buradan rahatlıkla söylüyorum.
Ben, tanımlamaya çalıştığım Misak-î Millî sınırlarımız içinde yaşayan yetmiş iki buçuk milletin içiçeliğinden, kaynaşmışlığından söz ediyorum…
Birbirlerini sahiplenmelerinden…
“Onlar benim kardeşim” deyip “Evim Evin” anlayışıyla hiçbir karşılık beklemeden, sadece zor günlerini rahat bir şekilde atlatabilmeleri adına adını bilmediği, yüzünü görmediği Doğulu kardeşine nasıl da karşılıksız kucak açışından söz ediyorum…
Ortaya hiçbir etnik köken ayrımı koymadan…
Onca olumsuzluklara rağmen hâlâ sahiplenme duygusunu ne kadar da üst düzeylerde tutabiliyor olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Hadi gelin, siz bu insanları birbirinden ayırmaya çalışın…
*
Yoksa; elbette devlet, her durum ve şartta vatandaşının güven ve huzurunu sağlamak zorundadır…
Vatandaşına ev ve iş bulmak zorundadır.
Kaldı ki bu konudaki gayretlerini de her durum ve şartta da gösteriyor…
*
Peki, sıradan vatandaşın böyle bir zorunluluğu var mıdır?
Bu vatandaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise eğer bu zorunluluğu ve sorumluluğu hep yüreğinde hissetmiştir…
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın…
O nedenle bir kere daha diyorum ki Ne mutlu Türk’üm diyene, Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyebilene…
“EVİM EVİNDİR!..
Türkiye; 23 Ekim 2011 günü Erciş başta olmak üzere, Van merkez ve çevresinde meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyor.
Yurdum insanı, depremin hemen sonrasında oluşturduğu “Deprem Yardım Ağı” ile bir kez daha farklılığını ortaya koymayı başarıyor…
Hem de bu ağı: “EVİM EVİNDİR!. .” deyip sloganlaştırarak.
*
Bu slogan her şeyi anlatmıyor mu?
Sevgiyi…
Dostluğu…
Kardeşliği…
Dayanışmayı…
Paylaşmayı…
Birlikte yaşamayı…
Barışı…
Sevgiyi…
Hoşgörüyü…
Kötü gün dostu olduğumuz…
Bu milletin (Türk’ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Abaza’sı) dünyanın hiçbir ulusunda pek de görülmeyen bir anlayışı anlatıyor olduğunu…
Aklımıza gelen gelmeyen ne kadar güzellik varsa hepsini, hepsini içine alıyor bu slogan.
Bu ulus böyle bir ulus işte!
*
Ve böyle bir ulusun içinden birileri çıkıyor; ha bire düşmanlık, kin ve nefret tohumlarını 780 bin km metre karelik alana serpiştirmeye çalışıyor…
Serpiştiriyor, hatta büyütüyor da…
*
Bu ülklenin kurtuluşunda aynı hilâl uğruna can verdiklerini çabucak unutup, ha bire saldırıp duruyorlar…
Yabancı eller sırtlarını okşadıkça, onları pofpoflayıp durdukça, onlar da kendilerini ayrıcalıklı görüyor, ayrıcalıklı gördükçe de saldırıyorlar…
Zavallılar!
Dağdakiler de meclistekiler de…
Kendilerine de, yaşadıkları bu topraklara da yazık ediyorlar…
Hâlâ kandırıldıklarının farkında değiller…
Kendilerine verilen dış güç desteğinin bedelsiz olduğunu zannediyorlar…
*
Elbette; devletin sorumluluk alanlarında olduğu halde geçmiş hükümetlerin bölgeye yönelik olumsuz ve acımasız davranışlarını asla doğru olmadığını buradan rahatlıkla söylüyorum.
Ben, tanımlamaya çalıştığım Misak-î Millî sınırlarımız içinde yaşayan yetmiş iki buçuk milletin içiçeliğinden, kaynaşmışlığından söz ediyorum…
Birbirlerini sahiplenmelerinden…
“Onlar benim kardeşim” deyip “Evim Evin” anlayışıyla hiçbir karşılık beklemeden, sadece zor günlerini rahat bir şekilde atlatabilmeleri adına adını bilmediği, yüzünü görmediği Doğulu kardeşine nasıl da karşılıksız kucak açışından söz ediyorum…
Ortaya hiçbir etnik köken ayrımı koymadan…
Onca olumsuzluklara rağmen hâlâ sahiplenme duygusunu ne kadar da üst düzeylerde tutabiliyor olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Hadi gelin, siz bu insanları birbirinden ayırmaya çalışın…
*
Yoksa; elbette devlet, her durum ve şartta vatandaşının güven ve huzurunu sağlamak zorundadır…
Vatandaşına ev ve iş bulmak zorundadır.
Kaldı ki bu konudaki gayretlerini de her durum ve şartta da gösteriyor…
*
Peki, sıradan vatandaşın böyle bir zorunluluğu var mıdır?
Bu vatandaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise eğer bu zorunluluğu ve sorumluluğu hep yüreğinde hissetmiştir…
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın…
O nedenle bir kere daha diyorum ki Ne mutlu Türk’üm diyene, Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyebilene…
“EVİM EVİNDİR!..
Türkiye; 23 Ekim 2011 günü Erciş başta olmak üzere, Van merkez ve çevresinde meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyor.
Yurdum insanı, depremin hemen sonrasında oluşturduğu “Deprem Yardım Ağı” ile bir kez daha farklılığını ortaya koymayı başarıyor…
Hem de bu ağı: “EVİM EVİNDİR!. .” deyip sloganlaştırarak.
*
Bu slogan her şeyi anlatmıyor mu?
Sevgiyi…
Dostluğu…
Kardeşliği…
Dayanışmayı…
Paylaşmayı…
Birlikte yaşamayı…
Barışı…
Sevgiyi…
Hoşgörüyü…
Kötü gün dostu olduğumuz…
Bu milletin (Türk’ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Abaza’sı) dünyanın hiçbir ulusunda pek de görülmeyen bir anlayışı anlatıyor olduğunu…
Aklımıza gelen gelmeyen ne kadar güzellik varsa hepsini, hepsini içine alıyor bu slogan.
Bu ulus böyle bir ulus işte!
*
Ve böyle bir ulusun içinden birileri çıkıyor; ha bire düşmanlık, kin ve nefret tohumlarını 780 bin km metre karelik alana serpiştirmeye çalışıyor…
Serpiştiriyor, hatta büyütüyor da…
*
Bu ülklenin kurtuluşunda aynı hilâl uğruna can verdiklerini çabucak unutup, ha bire saldırıp duruyorlar…
Yabancı eller sırtlarını okşadıkça, onları pofpoflayıp durdukça, onlar da kendilerini ayrıcalıklı görüyor, ayrıcalıklı gördükçe de saldırıyorlar…
Zavallılar!
Dağdakiler de meclistekiler de…
Kendilerine de, yaşadıkları bu topraklara da yazık ediyorlar…
Hâlâ kandırıldıklarının farkında değiller…
Kendilerine verilen dış güç desteğinin bedelsiz olduğunu zannediyorlar…
*
Elbette; devletin sorumluluk alanlarında olduğu halde geçmiş hükümetlerin bölgeye yönelik olumsuz ve acımasız davranışlarını asla doğru olmadığını buradan rahatlıkla söylüyorum.
Ben, tanımlamaya çalıştığım Misak-î Millî sınırlarımız içinde yaşayan yetmiş iki buçuk milletin içiçeliğinden, kaynaşmışlığından söz ediyorum…
Birbirlerini sahiplenmelerinden…
“Onlar benim kardeşim” deyip “Evim Evin” anlayışıyla hiçbir karşılık beklemeden, sadece zor günlerini rahat bir şekilde atlatabilmeleri adına adını bilmediği, yüzünü görmediği Doğulu kardeşine nasıl da karşılıksız kucak açışından söz ediyorum…
Ortaya hiçbir etnik köken ayrımı koymadan…
Onca olumsuzluklara rağmen hâlâ sahiplenme duygusunu ne kadar da üst düzeylerde tutabiliyor olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Hadi gelin, siz bu insanları birbirinden ayırmaya çalışın…
*
Yoksa; elbette devlet, her durum ve şartta vatandaşının güven ve huzurunu sağlamak zorundadır…
Vatandaşına ev ve iş bulmak zorundadır.
Kaldı ki bu konudaki gayretlerini de her durum ve şartta da gösteriyor…
*
Peki, sıradan vatandaşın böyle bir zorunluluğu var mıdır?
Bu vatandaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise eğer bu zorunluluğu ve sorumluluğu hep yüreğinde hissetmiştir…
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın…
O nedenle bir kere daha diyorum ki Ne mutlu Türk’üm diyene, Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyebilene…