web 2.0

28 Şubat 2010

20100302 - BİR İLKTİ BENİM İÇİN

BİR İLKTİ BENİM İÇİN

20 Şubat 2010 günü Kahramanmaraş’taydım.

O gün, Saffron Hotel (Yimpaş Hotel)’de saat 10.00’da başlayan seminer 17.00’ye kadar sürdü.

Burada elbette semineri ve seminerin detaylarını paylaşmayacağım.

Sizinle asıl paylaşacağım şey; akşam yemeğini renklendiren ‘sıra gecesi’nin güzelliği…

*

Hiç kuşkusuz ‘sıra geceleri’ni canlı olarak televizyonlardan da seyredenleriniz vardır.

Televizyondan izlenişiyle, canlı olarak görmenin arasındaki en önemli fark araya reklamlar girmiyor olması.

Yani işin heyecanın yarıda kesilmeyişi, tadı damağımızda kalmayışı ve insan ‘sıra gecesi’nin güzelliğini iliklerine kadar yaşıyor olması…

Yani canlı-canlı ve bir o kadar da heyecanlı bir ‘sıra gecesi’ seyretmenin keyfi bir başka oluyor doğrusu…

*

Gecenin ekibi Adıyaman yöresinden gelen dokuz kişilik bir ekip…

Tekmili birden üzerlerinde sarı gömlekleri var.

Ama şalvarların renkleri; kimisinde hâki, kimisinde griye çalıyor…

Ayakkabıların uyumlu olduğunu söylemek güç…

Ne var ki hepsi de değişik yörelerden seslendirdikleri türkülere can veriyorlardı.

Telli ve nefesli çalgıların çıkardıkları sesler nasıl da insanın içine işliyordu bir bilseniz…

Hele de “Ney!”

Sanki sazlar içinde ‘Ney,’ insanın yüreğine işlemek için özel olarak yapılmıştı…

Ne bileyim belki de bana öyle geliyor…

Emin olun oradakilerin saçları diken diken oluyordu ‘Ney’in sesi salonun bütününü kaplamaya başladığında…

Anladım ki sıra gecesi canlı, canlı yaşanmalıymış…

Tadı oradaymış…

Hele, bir de insan türkü söyleyecek kadar sesine güveniyorsa, sıra gecesinden alınacak haz da bir kat daha artıyormuş emin olun ki…

*

Sıra gecelerinde ‘Şark Köşesi’ni de unutmamak gerek…

Yüzleri, kırmızı ağırlıklı tonlardan oluşan desenli arkalıklar ve yer minderleri nasıl da çarpıyordu insanın gözüne.

Minderlerin her birinde diz bağdaş kurarak oturmuş, şarkılara eşlik eden insanların kendilerinden geçişleri nasıl da fark ediliyor…

Kimi zaman sessizliğin en derinine dalıp, koronun hep bir ağızdan söylediği insanı üzüm üzüm üzen; sızım sızım sızlatan türküleri dinlerken, hemen önlerinde, kocaman bir tepsi içinde 10-15 kiloyu bulan bulgur, kıyma, zeytinyağı, soğan, maydanoz, sarımsak vs.’yi çiğ köfte yapmak için kan-ter içinde yoğurmaya çalışan ustayı ve ustanın terlerini silmeye çalışan yamağının işini nasıl da özenle yaptığı hiç kimsenin dikkatinden kaçmıyordu.

Çiğ köftemiz gözümüzün önünde büyük bir maharetle yoğruluyor, ağızlara layık hale getirilmeye çalışılıyordu.

Müzik ne kadar hoş ve insanı mest ediyorsa, çiğ köfte de acısıyla ve damağa dokundurduğu tadıyla insanı mest ediyordu gerçekten de…

Belki benim için öyleydi…

Belki ilk kez, bir ‘sıra gecesi’ne katılmanın heyecanıyla öğle düşünüyordum ne bileyim…

Ama değişik, keyifli ve hoş bir geceydi benim için…

Türkülerin hikâyelerine, hikâyelerin canlanışına şahit olmuştuk o gece…

Kahramanmaraş’taydık ve bir ilki daha geride bırakmıştım…

Bir ilkti benim için ve gerçekten etkilenmiştim…

0 yorum:

Yorum Gönder